İşte yine bahar geldi. Bunca çevre kirliliğine, tüm olumsuz doğa koşullarına rağmen bir tomurcuk kafasını kaldırdı kara toprağın bağrından. Bütün saflığıyla ve temizliğiyle haykırdı bizlere. İşte geliyorum. Görün benim bütün saf ve temiz duygularımı! Diyerek.. Bizler de O tomurcuğu izledik. Bakın nerelere gittik.
Geçtiğimiz yaz mevsimi, günlerden sıcak bir Ağustos günüydü. Yaz boyunca sürekli aynı kentte yaşamanın vermiş olduğu sıkıcı ortamdan birazcık olsun uzaklaşmak, şöyle içerilere doğru dağları, yaylaları görmek,soğuk bir yudum su içmek gelir ya insanın içinden.. İşte öyle özlem dolu o gün ben ve oğlum Reha ile arabamıza bindik. Bizim gezilerimizin değişmez elemanı olan Savaş Odabaş’ı da yanımıza alarak yollara koyulduk. Güzergâhımız Harşit Deresi’ni takip ederek Zigana Dağları’na doğru çıkmak, bu güzelim yöreyi içimize çekmekti.
Bir müddet yol aldıktan sonra KÜRTÜN ilçesi’ne vardık. Kürtün ilçesi’ne yolunuz düşerse bu yörenin meşhur kuru fasulye yemeğini mutlaka yiyiniz. Tadını kolay unutamayacağınız lezzette bir yemek.
Tekrar yola koyulduk. Yaklaşık yarım saat sonra Torul-Zigana yol ayrımına geldik. Harşit vadisini sağ tarafımızda bırakarak aksi yöne yani Zigana’ya doğru yol almaya başladık. Tam dört kilometre gitmiştik ki Savaş kardeşim yolun kenarında bir sarı tabela gördü. Yavaşlayıp durduk. Tabelanın üzerinde “LİMNİ Gölü, SARANOY Yaylası” yazıyordu. Savaş ile biz nerede sarı tabelâ olan tarihi, turistik bir yazı görsek aracımızın yönü hemen o tarafa kayar. Bizde öyle yaptık. Tabelânın gösterdiği yöne doğru aracımızı sürmeye başladık. Yer yer asfalt olan biraz dar yoldan ilerledik. Zigana Dağları’na paralel olarak aynı yöne doğru tırmandık. Yolun kenarlarında toprak kırmızıya boyanmış, içersinde kaynak suları çıkan gözelere rastlıyoruz. Durup yakından bakınca bunların, acı su diye adlandırdığımız sular olduğunu görüyoruz. İçindeki kükürt oranı yüksek olduğu için bu kaynaklar içilmiyormuş.
Bu yokuş, sarp vadide hiç göl olur mu? Acaba yanlış yöne mi gidiyoruz? Soruları geçiyor aklımızdan. Bu düşüncelerle yola devam ederken önümüze bir yerleşim yeri çıkıyor. Bir dağın eteğine serpilmiş evleriyle şirin bir köye “ZİGANA KÖYÜ” ne ulaşıyoruz.
Aracımızı park edip hava almak, çevreyi yakından görmek için inip çevreye bakınırken, tam karşımıza beşik çatılı, dışında irili ufaklı çakıl taşlarıyla bezenmiş etrafında sarmaşıklar olan değişik bir ev gözümüze çarpıyor. Kapısındaki tabelâda “GÜNEŞ SANAT EVİ” yazmakta. Bir an şaşırıyoruz. Köyde sanat evi mi olur? Kapısına yaklaşıp başımızı içeriye uzatıyoruz. Bir müddet öylece bakakaldık. Çünkü içeride gördüklerimiz bizi adeta büyülüyor.
İçeride yaşlı bir bey bize doğru yaklaşınca, Savaş’ın ilk söylediği cümle şuydu:
-İçeri giriş kaç para amca?
İçerisi sanki bir sinema, tiyatro gibi veya lunapark gibi para ile girilen bir yeri andırıyordu. Adamcağız gülerek bizi içeri buyur etti. İçerisini gezmeye başlayınca şaşkınlığımız bir kat daha arttı gördüklerimiz karşısında. Duvarlarda asılı soyut resim çalışmaları, ağaç dallarından köklerinden hazırlanmış çeşitli figürler. Hele bir tanesi vardı ki sanki FERHAT ile ŞİRİN burada birbirine kavuşmuş, sarılmışlar öylece sonsuzluğa uzanmışlar gibi karşımda öylece duruyor. Bir kenarda kocaman değirmen taşından yapılmış bir masa kenarında sedir oturaklar, şömine, kazan, kepçe, sacayağı… Burasını anlatmaya kalkarsam sayfalar yetmeyecek gibi. Siz en iyisi bizzat gelin görün burasını.
Sanat evini sahibi, kurucusu bu ihtiyar delikanlı Azmi Aytekin karşılıyor bizleri. Tanışıyoruz kısaca hayatından bahsediyor bizlere. Hindistan’ı, Almanya’yı gezmiş Türkiye’yi dolaşmış, sanat aşığı, çok renkli bir kişi Azmi Bey.
Bir müddet sonra Savaş kardeşim ikinci soruyu soruyor.
– Hangi üniversiteyi bitirdiniz dayı?
Adam parmağının ucuyla karşı dağları gösterip:
– Ben SARANOY ÜNİVERSİTESİ mezunuyum evlat! Diyor.
Demek ki insan bu köyde yaşayarak SARANOY’a bakarak böyle bir değer olabiliyormuş. Bu yazdıklarımda ne kadar haklı olduğumu anlamak için, bu güzellikleri tanımak için bu siteye bakmanız yeterli olacaktır. (www.aytekin.net) veya “Limni Gölü yazarak internetteki harika resimleri görmenizi tavsiye ederim. Ancak bizzat gidip görürseniz, resimlerden daha da güzel yerler olduğunu göreceksiniz.
Güneş sanat evinde bize ikram edilen çayları içtikten sonra AZMİ beyle vedalaşıp LİMNİ Gölü’ne ulaşmak için arabaya binip ZİGANA Köyünden ayrıldık. Tekrar dik ve dar yollardan tırmanmaya başladık. Yaklaşık beş kilometre daha çıktıktan sonra SARANOY YAYLASI’na ulaştık. Bir tepenin sırtlarında kurulmuş tahtadan evleri, teneke çatıları, dört ağaç üzerine yapılmış seranderleriyle tipik bir Karadeniz yaylası burası. Çeşmesinden su içip serinliyoruz. Yaşlı bir nine yanımıza geliyor hal hatır ediyoruz. Çocukluğunun buralarda geçtiğini anlatıyor bizlere. Sonra çevremize bakıyoruz. Tam arkamızda Zigana Dağları duruyor. İnişli çıkışlı bu çevrede Limni Gölü’nü arıyor gözlerimiz. Yaşlı ninemiz bize gölü tarif ediyor. Beş yüz metre daha yola devam edince gölü göreceksiniz diyor. Fakat inanamıyoruz. Böyle bir coğrafyada nasıl göl oluşur diye birbirimize soruyoruz.
Ninemize veda edip tarif ettiği yöne ilerleyerek yolu tamamlıyoruz. Araçtan inip ileriye doğru baktığımızda gördüğümüz manzara karşısında âdeta donup kalıyoruz. Bu kadar engebeli, sarp yollardan geçtikten sonra böyle küçük, şirin bir su birikintisi ile karşılaşmak sanki çölde serap görmek gibi bir şey. Etrafını çevreleyen eğri büğrü sakız çamları ile yemyeşil çimenlerin mavi yeşil sularla buluştuğu doğa harikası bir yer LİMNİ GÖLÜ.
Hani bazen sahilden çok uzaklarda dağlarla çevrilmiş bir yörede yaşarken denize özlem duyarsınız ya. Serinlemek, ayaklarınızı sokmak için bir avuç deniz suyuna özlem duyarsınız. İşte bu özleminizi gidereceğiniz bir yer Limni Gölü.. Kenarını çevreleyen küçük tepeciklerin arasında tabiat ananın avuçları arasında bizlere sunduğu harika bir yer burası. Bu doğa harikası yer, sizlere âdeta cennetten bir parça mutluluk yaşatmak için kollarını açmış, tüm saflığı ve güzelliği ile öylece karşılıyor bizleri.
Küçük olan şeyler çok sevilir. Küçük bir kuzu, kedi, kuş. Onları görünce hemen benimser, canımıza sokasımız gelir. LİMNİ Gölü de tıpkı onlar gibi küçük, şirin harika bir yer.
“LİMNİ” kelimesi eski dilde küçük anlamına geliyormuş. Şimdiki karşılığı küçük göl adını taşıyormuş. Gölün kenarına gelince SAVAŞ, hemen üzerindekileri çıkardı. Mayosuyla hemen göle atladı. İki dakika kulaç atıp yüzerek gölün karşı kıyısına geçti. Göl kenarında piknik yapan insanlar bu cesaretli arkadaşımızın yüzmesini merakla izlediler. Hatta onu milli yüzücülerden sanmışlar. Çünkü onun gibi cesaret edip göle giren pek fazla kimse olmadığını söylediler. Dibindeki yosunlar insanı biraz ürpertiyor. Bizim uşaklar yosun mosun anlamazlar.Tabii ben hariç.
LİMNİ GÖLÜ tipik bir krater gölüne benzemekte, etrafındaki tepeciklerden inen kaynak suları ile beslenmektedir. Ancak bu lezzetli suları borularla aşağı köylere almaları sonucunda gölün sularında biraz azalma, renginde az da olsa sararmalar oluşmuş. Fakat doğallığını günümüze kadar en iyi şekilde koruyan nadide yerlerden birisini olduğunu bizlere şöyle haykırıyor Limni gölü:
Ben LİMNİ ANA’yım gelin şöyle yanıma!
Bakmayın benim biraz küçük olduğuma,
Bir ana şefkatiyle sararım sizi canıma.
Ekmeğiniz, yemeğiniz olmasa bile yanınızda,
Benim havam suyum can katar canınıza.
Yemyeşil çayırlarımda kuzular gibi oynayın,
Ayaklarınızı sokun sularımda serinleyin.
Ancak veda vakti gelince,
Güneş HARŞİT’ten öteye dönünce,
Sizlerden tek dileğim ise,
Çöplerinizi bırakmayın şu yalnız başımda.
Sadece güzelliğinizi saflığınızı bırakın.
Anılarınızı, mutluluğunuzu bırakın bana.
Bu dizeleri LİMNİ ANA fısıldadı kulağıma. Köpüklü berrak suları dile geldi söz oldu, şiir oldu akıverdi. Eğer sizler de gezmek görmek isterseniz, cennetten bir lezzet tatmak isterseniz sizleri de dört gözle bekliyor LİMNİ GÖLÜ.
Artık hava iyice kararmaya başlamıştı. Akşamın hüznü ile ayrılık saati gelip çatmıştı. İşin en zor kısmı, buradan ayrılmaktı.
Böylece sabah TİREBOLU’dan başladığımız gezimiz, KÜRTÜN İlÇESİ’nde kuru fasulye ziyafetimiz, ZİGANA KÖYÜ’ndeki AZMİ AYTEKİN’i tanıyarak SARANOY YAYLASI’nda oradan LİMNİ GÖLÜ’nde zirveye ulaşmış oldu. Güneşin batışıyla beraber buradan ayrılmanın vermiş olduğu burukluk ve hüznümüzü yanımıza alarak Savaş, Reha ve ben, geri dönüş yolumuzu tamamladık.
Ancak, hasret ve özlemlerimizi bıraktık Limni anaya. Yeni bir yaz mevsiminde belki de sizlerle LİMNİ GÖLÜ’nde buluşmak üzere… Hoşçakalın.
Yazı: Metin Karslı (Yeni Tirebolu Gazetesi)