ESKİ GELENEKLERİMİZDEN AKILDA KALANLAR
1-Değnek ile çimeni dövmek
Çobanlar hayvanlarını otlatmaya, insanlar yaylada gezmeye ve eğlenmeye gittiklerinde genellikle ellerinde değnekleri ve ya çubukları olurdu. Hayvanları yönlendirme amaçlı, yürümek için destek sağlamak ve her ihtimalde kendilerini korumak için bu değnekleri kullanırlardı. Çimenlik alanlarda oturup istirahat ettiklerinde gayri ihtiyari değnekleriyle çimeni döverlerdi. Diğer çobanlar veya daha büyük olanlar hemen atılıp “çimene vurma yağmur yağar” diyerek uyarısını yaparak yapılan işe engel olurlardı. Çimeni dövmekle yağmurun yağmasının ne bağlantısı vardı bilemiyoruz. Bu inanç nerden kaynaklandığı hususunda kesin bir bilgi yoktur.
2-Güneşin gözüne ateş yakmak
Yayla ve mezralarda çobanların yapmış oldukları en güzel eğlencelerden birisi de büyük boyutta ateş yakıp etrafında oyun oynamaktı. Gündüz öğle saatlerine yakın güneşin en kızgın olduğu zamanlarda dışarıda büyük boyutlu ateş yakılmasına pek müsaade edilmezdi. Ateş yakıldığında “güneşin gözünü alır” diyerek büyükler tarafından müdahale edilirdi. Nedenini sorduğumuzda ateş yakılınca güneş etkilenerek kaybolabilirmiş, buluta girmesi gibi. Buda yağmur yağabilir, hava bozabilir anlamı taşırdı.
Başka bir anlamda ise bu davranışın hoş görülmemesi, ateşe ve güneşe tapmakta olan insanların inançlarından günümüze kadar ulaşan bir gelenek miydi bilemiyoruz.
3-Ekmeği dışarıda bırakmamak
Eskiden köydeki büyüklerimiz çocukların ellerine bir parça ekmek verip dışarı salarlardı. Öyle sofra kurup yemek pişirip oturup yeme adeti yoktu. Gündüzleri kadınların işi gücü olduğu için öğle yemekleri hep sekteye uğrardı. Çocuklar kuru ekmeği biraz uğraşıp yedikten sonra geriye kalan kısmını bir yerlere bırakırlardı. Annelerimiz de “ekmeği dışarıda bırakmayın, ekmek korkar, günah olur” diye çocuklarını tembihlerlerdi. Çocuklar günah olmasından çok ekmeğin korkacağından etkilenirlerdi.
Gerçek bir tarafı var mı yok mu bilinmiyordu ama kıtlık zamanlarında ekmeğin kıymeti büyüktü. Bu zamanlarda uydurulmuş bir bahane olabilir mi veya ekmeğin kutsal olmasından dolayı zayi edilmesini istememekten dolayı oluşmuş bir gelenek miydi?
4- Hamile kadınların ayaklarının üstünden geçmek
Hamile kadınlar doğuma yakın hareket kabiliyetleri yavaşladığı için oturdukları yerden pek kalkamazlar. Evdeki gençler ve çocuklar bu durumda onları rahatsız etmemek için yanından yöresinden sıyrılıp geçmeye çalışırlar. Eğer bu esnada bacaklarının üzerinden atlayıp geçmişlerse evde bir gürültü kopar, “iki canlı kadının bacaklarının üstünden neden geçiyorsun” diye çocuklara çıkışırlardı. Eğer çocuk ordaysa tekrar gerisin geriye yaptığı hatayı telafi ettirirlerdi. Bahane olarak ta hamile kadının doğumunun zor olacağı söylenirdi.
Ne derece doğru olduğu konusunda pek bilinen bir şey yoktur. Hangi zamanlardan kalmış bir gelenek olduğu bile bilinmiyor.
5-Hayvanların istirangolozunu kesmek
Yayla mevsiminde sürü sahipleri hayvanlarını sabah erkenden ahırdan çıkarıp hava durumuna bağlı olarak değişik alanlarda otlatmaya götürürlerdi. Kuşluğa gelen hayvanlar sağılıp biraz dinlendikten sonra tekrar otlatmaya götürülürdü. Bir sonraki dönüş akşam saatlerindeydi. Bu iş yayla mevsiminde mütemadiyen böyle yapılırdı.
Hayvanlara günün belli saatlerinde tuz verilir veya yalatılırdı. Uzun süre tuz verilmeyen hayvanlar yürürlerken tansiyon düşüklüğünden tekerlenip düşecek duruma gelirdi. Yayla halkı bu duruma “hayvanın istirangolozunu keselim” düzelsin diye müdahale ederlerdi. İstirangolozun kesilebilmesi için 7 çift 1 tek küçük taş toplanır (15 tane), kirli çocuk donu içerisine koyularak hayvanın sırtında sağa ve sola hareketlerle;
İstirangoloz mangoloz,
Kan yedim kan içtim,
Kanlı dereden geçtim,
Öküz böğürdü,
Teli kesildi,
Ra ra ra…
Diye bir nakaratla beraber taşlar hayvanın sırtına dökülürdü. Tekrar toplanan taşlar aynı şekilde 3 sefer tekrar edilerek hayvanın İstirangoloz kesme işlemi tamamlanırdı.
İstirahat eden hayvana bir miktar da tuz verilirdi. Biraz sonra hayvanın ayağa kalkmasıyla İstirangoloz işleminin başarıyla uygulandığı ve işe yaradığı varsayılırdı. Böyle bir geleneğin varlığı hangi tarihten ve hangi inançtan geldiği bilinmemektedir.
6-Kurdun ağzını bağlamak
Mezra ve yayla zamanları çobanlar konuşmaya, eğlenceye veya oyuna daldıkları zamanlarda bazen hayvanları kaybolabiliyordu. Uzun süre yapılan aramalardan bir netice alınamamışsa kurtların hayvanlarını yemesinden korktukları için, köyün dini yönden bilgili ve ulema sayılabilecek kişilerine giderek yalvar yakar kurtların ağzını bağlamasını isterlerdi. Kendisine müracaat edilen hoca “ günahtır, kurdun ağzı bağlanırsa aç kalır” gibi cümlelerle biraz çekimser davransa da sonunda inzivaya çekilmiş gibi yapıp, gerekli işlemi tamamlayarak dönerdi. “Tamam… Siz aramaya devam edin, bulunca haber verirsiniz, ben kurtların çenesini açarım” diyerek hayvan sahiplerine gerekli güvenceyi vermiş olurdu.
Eğer kaybolan hayvanı yabani hayvanlar yemişse bu kurtların ağzını bağlamadan önce olmuştur, eğer hayvan canlı olarak bulunmuşsa kurtların ağzının bağlanması başarılı olmuştur. Hayvanın sahibi hocaya hediye götürerek el pençe divan durup hayvanının bulunduğunu söyleyerek, memnuniyetini belirttikten sonra kurtların ağzını çözmesini isterdi.
7-Ağaca purtul bağlamak
Eski inançlarımızdan en dikkat çekici olanlarından birisi de ağaç dallarına değişik renklerde iplik veya bez parçası bağlamaktı. Genellikle genç kızların kısmetinin açılması için yapılan bu davranış biçimi bazı değişik düşüncelerin iyiye yorumlanması için de yapılırdı. Eğer köy ileri gelen kişilerinden birisinin veya hoca, ulema ve molla diye anılan kişilerden birisinin bir ağacın altında otururken ölmüş olması insanlarımıza aynı davranışı yaptırırdı. Ağacın yanından geçecek olan insanlarımız birer iplik veya bez parçası hazırlayıp ağacın dalına bağladıktan sonra gönül rahatlığı ile yoluna devam ederdi.
Bu davranışın nereden kaynaklandığı hususunda kesin bir bilgi yoktur. Ölen insanın ruhunun huzur bulması için mi, ağacın ölen insandan dolayı kutsal sayıldığı için mi yoksa ölen kişinin ruhaniyetinden korkulduğu için mi bilinmiyor.
Örnek olarak; Çay köy yolunda Gomedenin gangellerinin başladığı yerde Ramis Dayı’nın (Soytemiz) rahatsızlanarak küçük bir meşe ağacının altında vefat etmesi nedeniyle, bu ağacın dallarına gelip geçen köy halkı tarafından purtul bağlanması gibi.
8-Rüyada davara binmesi
Rüyada kabus gören insanların korkarak, aşırı ter ve sıkıntıyla uyandıkları malumumuzdur. Rüya anında darlanıp nefes almakta zorlanan kişilerin, uyandığında rüyasını anlatırken olayın ciddiyetini aktarabilmek için “yav… Bu gece davara bindi beni, az kalsın boğuluyordum, elini ağzıma tuttu, eğer elinin içi delik olmasaydı boğulmuştum” demesi bir gelenek haline gelmişti. Tabi ki bu durum sürekli böyle anlatılınca herkes “davaranın” büyük bir dev olduğuna inanmıştır.
Aslında insanlar kabus veya rüyada herkesin yaşadığı bir durumu izah etmeye çalışırken, hayali doğa üstü bir varlık ortaya çıkmıştır. Bu güne kadar davara binmesi neticesinde yaşanan bir ölüm olayı tıp tarihine geçmemiştir.
9-Gökkuşağı (ebemkuşağı) altından geçmek
Yağmurlu havalarda sisin ve güneş ışınlarının en güzel ortak görüntüsüdür gökkuşağı. Gökkuşağı göründüğünde herkes bu anı paylaşmak için birbirlerini haberdar ederler.
Eski inançlarımızda her kim kınalı koça binerek ebemkuşağı altından geçecek olursa kız ise erkek, erkek ise kız olur diye bir inanış vardı. Ancak ebemkuşağı altından geçmek mümkün olmuyordu. Gökkuşağına yaklaşmaya çalıştıkça uzaklaşıyor, belli bir yerden sonra kayboluyordu.
Bu güne kadar bu inanış çerçevesinde gerçekleşmiş bir olay yoktur. Yalnız söz konusu inanışın izleri hala çevremizde vardır.
10-Suya işemek
Akan suya işemenin günah olduğunu söylerdi eskilerimiz. Şimdi anlayabildiğimiz kadarıyla suların temiz tutulması ve kirletilmemesi için kullanılan en etkili yöntemlerden birisidir suya işemenin günah olduğunu söylemek. Eskilerimiz “kim suya işerse öbür dünyada gözünün kirpiği ile suyu temizlemek zorunda kalacak” diye söyleyerek suya işemenin ne kadar kötü bir şey olduğunu anlatmaya çalışırlardı.
Kirpikle suyu temizlemenin ne kadar zor olabileceğini bir kenara bırakalım da büyüklerimizin çevre bilinci konusunda geliştirmiş olduğu inanç yöntemlerinin ne kadar etkili olabileceğini düşünelim.
11-Karıncanın cehennem ateşine su taşıması
Eskiden çocukların oyun oynarken karınca yuvalarını bozmaya çalışması, yem taşımaya çalışan karıncalara müdahale edilmesi veya karıncaların öldürülmesi olağan gibi bir şeydi. Çocuklar hem bu işleri yapar hem de çok iyi bir şey yapmış gibi gülüp eğlenirlerdi. Bu durumu fareden aklı başında insanlarımız “yapmayın günahtır, eğer cehenneme giderseniz karıncalar cehennem ateşinize su taşıyacaklar” diyerek çocukları korkutarak yaptıkları bu davranıştan vazgeçirmeye çalışırlardı.
Tabi ki karıncaların Cehenneme su taşıması konusu ayrı bir inanış ama karınca yuvalarına müdahale eden ve bozmaya çalışan insanlar bu şekilde etkili bir yöntemle uyarılmaktadır.
12-Çok gülme başına bir iş gelir
İnsanlar muhabbetlerinde değişik konuları gündem ettiklerinde bazen kahkahalarla gülmeye başlarlar. Konu konuyu açınca gülme devam eder, öyle bir zaman gelir ki o toplulukta bulunan kişiler gülme krizine girerler. Belli bir süre gülme ile geçtikten sonra sanki biraz önce gülen kendileri değilmiş gibi somurtarak “eyvah… Çok güldük başımıza bir hal gelecek” diyerek o güzelim ortamın içine tuz biber ekerler.
Gülmek güzel bir duygudur. Neden gülen insanın başına bir hal geleceğinin gerekçesini kimse bilmez. İnsanlarımızın inanışlarında böyle manası olmayan düşünceler her zaman vardır.
13-Gök gürlemesi
Yağışlı havaların bol olduğu mevsimlerde doğal olarak bulutların birbirlerini etkilemesi neticesinde gök gürlemesi meydana gelmesi doğaldır. Ancak eski çağlardan beri gök gürlemesi insanlar üzerinde korku eksenli derin etkiler bırakmıştır. Günümüzde hala gök gürlemesinden etkilenen ve korkan insanlar vardır.
Eskiden gök gürlediğinde nedenini sorduğumuzda aldığımı cevap çok enteresandı. “gökteki kınalı koçların kafalarını tokuşturması nedeniyle gök gürültüsü oluşmaktadır.” Cevabı hala hafızalarımızdadır. Genellikle köyümüzün kadınları bu bilimden uzak gerekçeyi çok kullanırlardı. Yıllar geçmesine rağmen kınalı koçlar zamanı gelince yine kafalarını tokuşturuyorlar.
Böyle bir inancın ne zaman ve kimler tarafından kullanılmaya başlandığı ve günümüze kadar geldiği bilinmemektedir.
14-Parmakla mezar göstermek
Mezarlıklar Müslümanlar için her zaman kutsal sayılmış ve gerekli saygı ve ihtimam her zaman gösterilmeye çalışılmıştır. Hangi mezarlık yanından geçersek geçelim içimizden dua okumak gelir. Buda güzel bir davranış biçimidir.
Mezarlık yakınında konuşurken herhangi bir kişinin mezarının nerede olduğunu parmakla gösterdiğimizde yanımızdaki hemen ikaz ederdi. “Mezarı işaretle gösterdin, hemen işaret ettiğin parmağını diş izi çıkana kadar dişle, yoksa günahtır”. Tabi ki işaret eden kişi hemen parmağını ağzına götürerek diş izi çıkana dişleyerek günahtan kurtulmaya çalışırdı.
Bu inanç yakın tarihlere kadar hala geçerliydi. Ne maksatla yapıldığı bilinmemektedir.
15-Yeni doğan bebeklerin birbirini basması
Eskiden köyümüzde kadınların birbirine yakın zamanda doğum yapmaları halinde, çocukların kırkı çıkana kadar bir araya gelmelerine pek müsaade edilmezdi. Eğer kadınlar çocukları ile bir yerden geliyorsa diğer çocuğun bulunduğu evin alt tarafından geçmemeye özen gösterirlerdi. Eğer kadın kucağında çocuğu ile geldiği ve evin üstünden geçmeye çalıştığı görülürse hemen müdahale edilirdi. “Uzaktan geç… uşaan uşaamı basar” diyerek kadınlar birbirlerini ikaz ederlerdi. Eğer müdahalenin gereği yapılmazsa kesinlikle kaynana devreye girer ve kavga çıkartılırdı.
Çocuğun çocuğu basması demek; Evin üstünden geçen çocuk nedeniyle diğer çocuğun büyümeyeceği veya diğer çocuğa nazaran küçük kalabileceği varsayılırdı. Böyle b ir inanç nedeniyle meydana gelmiş bir olay var mıdır bilinmiyor. Ancak inançlar çok güçlü olduğundan ve kavgaya neden olabileceğinden hiçbir kadın diğerinin çocuğunu basmaya cesaret edemezdi.
Hazırlayan: Hamza ÜSTÜN
